Türkiye’de çay, basit bir sıcak içecekten çok daha fazlasını ifade eder. Sabahları yeni bir güne başlarken, iş arasında kısa bir mola verirken ya da bir dostla dertleşirken elimize aldığımız ince belli bardak, aslında bir kültürün simgesidir. Anadolu’nun dört bir yanında çayın yer almadığı bir ev, bir sohbet, bir dükkân neredeyse yok gibidir.
Çayın toplum hayatına böylesine güçlü şekilde yerleşmesi, onun sadece damakta değil, hafızalarda da yer edindiğini gösterir. Kimi zaman bir ikram, kimi zaman bir teselli, kimi zaman da bir barış çubuğudur çay.
Dahası çay üzerine ironi dolu öyle bir benzetme vardır ki, çay ile zekanın demlendiği andır o!
Kaynana çaydanlık gibidir; fokur fokur kaynar. Evde ilk o uyanır. Sıcaklığı hiç eksilmez, ama çoğu zaman bu sıcaklık biraz fazla gelir. Tıpkı çayın altının fazla açık olması gibi… Evin gidişatını o belirler. Fokur fokur konuşur, dertlenir, akıl verir. Ama unutmayalım: O olmazsa çay demlenmez, evin kokusu eksik kalır.
Gelin demlik gibidir; sinsin sinsi demlenir. Sessizdir, ama etkisi büyüktür. İçine konan kuru çay gibi sabrı, zamanla damaklara işler. Altındaki kaynananın sıcağını sabırla çeker; hemen taşmaz, hemen kabarmaz. Varlığını yavaş yavaş belli eder. Muhabbete kıvamını, eve rengini o verir. Güzelliği sessizliğindedir.
Damat bardak gibidir; bir gelin doldurur, bir de kaynana. Bazen kaynananın deminden koyar, bazen gelinin kıvamından. Ama bardak hep ortadadır. Herkes ona bir şeyler katar. Rengi karışır, bazen koyulaşır, bazen açılır. Ama unutulmamalıdır: Bardak çatlarsa, ne dem kalır ne sohbet.
Görümce çay kaşığı gibidir; arada bir gelir, ortalığı karıştırır. İnce belli bardağın içinde metalin sesi duyulursa, bilin ki görümce gelmiştir. Bir yorum yapar, bir laf sokar. “Çay biraz acı mı olmuş?” derken aslında bambaşka bir meseleye dokunur. Ama yine de onun dokunuşuyla karışır her şey, bazen de çözülür.
Çocuk şeker gibidir; ortalığı tatlandırır. Bir küçük el uzanır tepsiye, bir gülücük dökülür bardağın buğusuna. Onun varlığıyla sert dem yumuşar. Şeker çayın içinde eridikçe, evdeki yorgunluklar da dağılır. Çocuk her şeyin içindeki masumiyet gibi, çayın da sohbetin de ruhunu hafifletir.
Kayınpeder çay tabağı gibidir; okkalıca oturur, seyreder… Evin en az konuşanı ama en çok dinleyeni odur. Herkesin çayı onun üzerinde taşınır. Yeri gelir dökülenleri toplar, yeri gelir sarsıntıya sessizce dayanır. O tabak olmasa bardak bir yana devrilir. O yüzden sessizliğinde bile bilgelik, ağırlığında bile şefkat vardır.
Çay demlenirken sadece yapraklar değil, haller de süzülür. Bardaklar sadece çay taşımaz, duyguları da sallar elden ele. Bir bakmışsın, gelin suskun, kaynana içli, oğlan dalgın, görümce meraklı, çocuk güleç, kayınpeder ise uzak ama uyanık…
Çay, Türkiye’de toplumsal ilişkilerin de merkezindedir. Misafir geldiğinde ilk sorulan soru “Çay içer misiniz?” olur. Bir arkadaşlık teklifinin, bir gönül almanın ya da bir tartışmayı yumuşatmanın en kolay yolu, bir bardak çaydır. Esnafın dükkanında küçük bir ocak mutlaka bulunur; çay, müşteriyle kurulan gönül bağının bir köprüsüdür.
Kahvehanelerde ya da çay ocaklarında içilen çay, sadece yudumlanan bir içecek değil, aynı zamanda bir sosyalleşme aracıdır. Günlük gazetelerin karıştırıldığı, tavla zarlarının atıldığı, siyasetin konuşulduğu, günün nabzının tutulduğu yerlerde çay her zaman başroldedir.
Edebiyatta ve Sanatta Çay
Çayın, Türk edebiyatında da önemli bir yeri vardır. Özellikle şiirde ve öyküde, çay sıkça bir yalnızlık anlatıcısı ya da bir muhabbetin simgesi olarak karşımıza çıkar. Cemal Süreya’nın “Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem / Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı” dizesiyle başlayan şiirinde, bir bardak çay sabahın anlamına dönüşür.
Modern Türk sinemasında ve tiyatrosunda da çay, birçok sahnede görünmez bir başrol oynar. Yaşar Kemal’in, Orhan Kemal’in romanlarındaki işçi karakterler, gündelik yorgunluklarını çay molasında unutur. O çay, emekçinin yorgun ellerine tutunur, onların hikâyesini anlatır.
İnce Belli Bardak Estetiği
Çayın Anadolu’da sunumu da başlı başına bir estetiğin göstergesidir. İnce belli cam bardak, çayın sıcaklığını korurken rengini de en güzel şekilde gösterir. Bardakta çayın rengine göre kıvam ölçülür: “tavşan kanı”, “açık”, “demli” gibi tanımlar, hem zevki hem de sohbetin kıvamını belirler.
Çayın servis şekli, ikram anlayışının da bir parçasıdır. Yanında bazen bir incir kurusu, bazen de çerez verilir. Bu küçük detaylar, çayın bir ikram değil bir “ağırlama” kültürüne dönüştüğünü gösterir.
Türkiye’de çay, hayatın ritmini belirleyen sessiz bir refakatçidir. Şefkatin, emeğin, sohbetin, misafirliğin, bekleyişin, özlemin ve umudun eşlikçisidir. Bir çay ocağında, bir mutfakta veya tarla başında demlenen çayla başlayan gün, belki de Anadolu’nun en sade ama en derin kültürel miraslarından birine açılan bir kapıdır.
Ve işte o an, herkesin elinde bir bardak çay…
Sözler dökülür yavaş yavaş, yudum yudum samimiyet…
Çünkü çay, sadece içilmez Anadolu’da… Çayla yaşanır.